Değişmek İsteyen De Kim?

Herkes değişimin ne kadar zor olduğundan bahsedip duruyor: İş değiştirmek, eş değiştirmek, ev değiştirmek, arkadaş ortamını değiştirmek… Hepsi çok zor geliyor.

En başta karşımızdakini değiştirmek istiyoruz. Öfkeli eşi, cimri patronu, mızmızlanan çocuğu, her şeyden yakınan arkadaşımızı bir yolunu bulsak da değiştirsek diye yapmadığımız kalmıyor.

Madalyonun öte yanında da bizi değiştirmek isteyenler var: Daha az sigara içsen, daha bakımlı olsan, biraz daha kilo versen, beş cm. uzun olsan seninle daha uzun bir ilişkimiz olabilirdi diyen sevgililer, daha düzenli olsan, daha erken kalksan, daha çok çalışsan diyen anneler… Ve daha birçokları…

Değişmek ve değiştirmek istemek konusunda kafalar çok karışık. Çünkü bir yanımız sahip olduğumuz her şeyin, kimliğimizi oluşturduğunu ve bizi biz yaptığını düşünüyoruz. Öte yanımız bu halimizden memnun değil. Değişirsek acaba başka biri mi oluruz? Ne derler arkamızdan? Hayatına bu kadın/adam girdiğinden beri kendini mi kaybetti diye düşünürler acaba?

Değişimin önünde hepimizin zihinlerini bağlayan, korkutan, vazgeçiren kocaman duvarlar var. Duvarın arkasında ne olduğunu bilmiyoruz. Yeni davranışımızın, yeni işimizin, yeni eşimizin nasıl olacağını, alışıp alışamayacağımızı bilmiyoruz. Bilinmeyen her şey karanlık geliyor, korkutuyor. Alıştığımız, bildiğimiz kalıplar işimize yaramasa ve mutsuz etse bile güvenli geliyor.

Aslına bakılırsa değişim var olanı kabul etmek ve olmadığın şey olmaya çalışmaktan vazgeçtiğin zaman bir paradoks gibi ortaya çıkıveriyor. Kendimizi olduğumuz gibi kabul ettiğimizde, önce onu sevebiliyor sonra da daha kolay yatırım yapabilir hale geliyoruz. İnsanın memnun olmadığı bir “ben”le yaşaması ve onun için bir şeyler yapabilmesi ne yazık ki mümkün değil.

Kendimizi olduğumuz halimizle kabul etmek, beğendiğimiz ve beğenmediğimiz her yönümüze karşı savunmaları indirmek de elbette uzun bir süreç. Ve bunu başarmış olmak aslında başlı başına büyük bir değişim. Çünkü hayatımızın ilk anlarından itibaren, etrafımızdakiler ihtiyaçlarımızı karşılasın, bizi sevsin, onaylasın diye onların istediği insan gibi görünebilme çabasındayız. Bugünkü halimizin olduğumuz değil olmasını istediğimiz insan olduğunu fark ettiğimizde, gerçek “ben”i arama ve onu kabul edip bağrına basma süreci başlıyor. Olmaya çalıştığımız kişiye harcadığımız enerjiyi gerçek “ben” e aktarabilir hale geliyoruz.

Bu haliyle her şey anlaşılması güç ve karmaşık görünüyor olabilir. Ancak başkalarına ve onların bizimle ilgili algılarına odaklanmanın değiştirmek istediğimiz birçok özelliğimizin olduğu gibi kalmasına neden olduğunu bilmekle başlayabilirsiniz. Ardından var olan “ben”e ayırıp onu yapılandıracak daha çok gücünüz olacak.

Reklam

İşkolik Olmak Övünülecek Bir Şey Değildir

Ne zaman dalsanız kendinizi işle ilgili bir şeyler düşünürken mi buluyorsunuz? Ben diye başlayan cümleleriniz işinizdeki rolünüzle mi tamamlanıyor? (Ben bir müdürüm. Ben bu hafta bu anlaşmayı imzalayabilmeliyim. Ben orada olmazsam bu işler hayatta yetişmez…) Mütemadiyen çalıyor olmanıza mantıksal sonuçlar bulmak sizin için çok mu kolay? Öyleyse hiç tereddütsüz, siz bir işkoliksiniz!

İşkolik kelimesi her ne kadar zihinlerde çok çalışkan bir insan imajı yaratıyorsa da “çalışkan olmak” ile “işkolik olmak” arasında çok ciddi farklar vardır. Çalışkanlık ancak kişinin niteliklerinden birisi olabilir. İşkoliklik ise bütün niteliklerin yerini alır. Çünkü işkolik insanın hayatında işinin yerine koyup kendini ifade edebileceği hiçbir alan kalmamış demektir. Çalışkan insan işi dışında hemen her alanda bu niteliğinden izler taşır. Evini çekip çevirmek, hobilerini gerçekleştirmek, sosyalleşmek ve iş hayatında kendini gösterebilmek için çalışkanlığından faydalanır. Kendini biriyle tanımlamaz. İşkolik insanın sosyalliği çoğunlukla zorunlu iş yemekleri ya da aile toplantılarıyla sınırlıdır. Bunları da yapılması gereken işler arasında randevu defterine iliştiriyor olmasından anlarsınız zaten. Sosyalleşme fırsatlarında da sürekli işinden bahseder. Zamanla etrafında sosyalleşecek kimse kalmaması belki de bundandır.

İş yaşamından en çok yakınanlar da yine işkoliklerdir. Çünkü artık şimdiye kadar üzerinde durduğum tüm ilişki örüntülerinden, hepimiz biliyoruz ki bağımlılığın olduğu yerde mutlaka öfke de vardır. Bağımlı ve dolayısıyla da öfkeli kişi, etrafındaki kişiler tarafından huzursuz, sinirli, tahammülsüz biri olarak algılanır. Çoğunlukla yorgun, bıkkın, uykusuz olarak ya çalışır ya da çalışmaktan bahsederler.

Bu yorgunluğa çok geçmeden fiziksel sorunlar da eşlik eder: Baş ağrıları, mide krampları, gastrit, ülser, tansiyon, omuz, boyun, sırt ağrıları, bağışıklık sisteminin düşmesi ve sık rahatsızlanmalar…İnsan zarar verdiği çok açık olmasına rağmen neden kendini yalnızca işle tanımlamaya devam eder?

Tüm diğer kendi kendimize zarar verdiğimiz durumlar gibi, insanın yalnızca tek bir işe odaklanıp kendini onunla tanımlaması da zamanın birinde son derece işlevsel olmuş olabilir. Örneğin, ailedeki en başarılı öğrenci olarak, herkesten aferinleri toplamış olabilirsiniz. Yaşadığınız koşullarda aileniz size okula gitmek dışında hiçbir sosyal ortam sağlayamamış ve diğer alanlarda kendinizi tanıma fırsatı bulamamış olabilirsiniz. Çok stresli, çok zorlu koşullarda bir yaşam sürmüş kendinizi bu ortamdan uzaklaştırmanın tek yolu olarak çalışmayı görmüş olabilirsiniz. Maddi değerlerin her şeyin üzerinde tutulduğu ve para kazanmak dışında her şeyin ikinci planda kaldığı bir çevrede yetişmiş olabilirsiniz. Ve bunun gibi daha birçok sebep, siz farkına varmadan sizi “çalışmak için yaşamak” düşüncesine koşullandırmış olabilir.

Değişebilir miyim?

Değişim farkındalıkla başlar. Yani, baş ağrılarınız, eşinizle olan çatışmalarınız, kendinizi sürekli iş düşünürken yakalamanız size bir şeylerin ters gittiğini sezdirir. Ardından bunun kendinizi işten başka hiçbir şeyle tanımlamıyor olmanızla ilişkili olduğunun farkına varırsınız. Ve işte tam da bu noktada, hayatınızda artık eskisi kadar işlevsel olmayan, size para ve prestij getiriyor olmasına rağmen, yaşamınızdan çok şey götürüyor olan işkolik tutumda değişim yaratmaya başlayabilirsiniz.

Değişime başlarken önce insanın kendi zeminini geliştirmesi gerekir. Yani iş dışındaki başka ortamlarda da neler yapabildiğini, kendisinde çalışmak dışında başka hangi yeteneklerin olduğunu görebilmesi, kendini o alanlarda da onaylayabilmesi önemlidir. Hayatınızda bir şeyi eksiltirken yerine yeni bir şey koymazsanız çok geçmeden yine bildik sistem kendi kendini dolduracaktır. O yüzden, yeni şeyler öğrenmeyi, benliğinizin farklı taraflarını keşfe çıkmayı, farklı başarılarınızdan tat almayı öğrenmeniz gerek.

Yıllardır işkolik olan bir kişi için değişim elbette ki çok hızlı olmayacaktır. Kendinize sınır koymayı öğrenmek, yeni deneyimlerinizde kendinizi zaman zaman çok da başarılı hissetmemek sizi hemen eski alışkanlıklara geri dönmeye zorlayabilir. Yıllar içerisinde oturmuş bir sistem, birkaç günde kendiliğinden yepyeni ve çok farklı olmayacaktır. Ama kendinize izin verir ve yalnızca çalışıyor olmanın sizden götürdüklerini sık sık hatırlatırsanız, çok geçmeden etrafınızdakilerin sizinle daha mutlu zaman geçirmeye başladıklarını fark edeceksiniz.