Sizin Sorununuz Psikolojik

İnsanın doktora gidip de duymayı istediği son şeydir “ağrılarının psikolojik” olması. Sevinsen mi üzülsen mi bilemezsin.

“Ağrılarınız psikolojik” lafı ile verilen mesaj karşı taraftan şöyle okunur:

· Hiçbir şeyim yokmuş.
· Bunları ben kendim uyduruyormuşum.
· Bir şeyleri kafama takmazsam geçermiş.

Bu mesajı alan kişi ya doktor doktor gezmeye devem eder ya da” benim ağrılarımın sebebi sizsiniz” diyerek onu üzdüğünü düşündüğü herkese isyan eder.

Bu yanlış algı, insanın beden ve ruhunu tamamıyla birbirinden ayrı görüyor olmasından kaynaklanır. Psikoloji ve fizyoloji birbirinden bağımsız değildir. Mutsuz olduğunuzda, canınız bir şeylere sıkıldığında, stres altında kaldığınızdaki hormonal dengeniz, mutlu ve hayatın yolunda gittiği zamanlarınkiyle aynı olmaz.

Yaşamınızda hazmedemediğiniz birçok olay başınıza gelirken mide krampları geçiriyor olmanız, yaşama tutunmakta zorlandığınız dönemlerde ellerinizin uyuşmaya başlaması, çok şey ürettiğinizi ama bunları ortaya koyamadığınızı düşündüğünüz dönemlerde polikistik over tanısını doktorunuzdan duymuş olmanız tesadüf değildir. Yani;

· Ortada gerçek bir sorun var.
· Bunları siz kendiniz uydurmuyorsunuz; ama durumu kontrol edemiyorsunuz.
· Hayatta hiçbir şeyi kafanıza takmasanız bile geçmez. Çünkü aslında bunun neyle ilişkili olduğunu bulmanız ve amaca yönelik değişimler yaratabilmeniz gerekir.

Duygu, düşünce, beden ve bunların doğurduğu sezgiler bir bütündür. İnsanın kendini bunlardan yalnızca birinde konumlandırması, diğerlerinden gelen mesajları alamaması hayatı zorlaştırır. Önce yalnızca iş yerinize ayaklarınızın geri geri gittiğini hissedersiniz. Eğer bu mesajı alıp burada benim canımı sıkan şey ne, neden zorlanıyorum diye düşünmez ve gerekli değişimleri yapmazsanız kendinizi hemen her yerde işle ilgili konuları düşünürken yakalarsınız. Eğer bu da sizin için bir mesaj olmazsa çok geçmeden migren ağrıları başlayarak, sizi rapor alıp işe gidemez hale getirecektir, hiç şüpheniz olmasın.

Bu bağlantıları kurabilmek elbette çok kolay değil. Bu yüzden öncelikle yaşamınızda başınıza gelen şeyleri bir bütün, aynı sistemin benzer parçaları olarak ele almakla başlamak gerekiyor. Ağrı ve sızıların ne zaman başladığı, tam da aynı dönemlerde hayatınızda neler olup bittiğini incelemek bir sonraki adım. Ve sonra da bu ağrıları en yoğun hissettiğiniz yerlerin işlevine odaklanmak gerek.

Doktorunuzun size bugün sorununuzun psikolojik olduğunu söylemesini eğer bir sorunum yok olarak duyuyorsanız ve beden-psikoloji ilişkisine odaklanmıyorsanız, bir süre sonra o bedende psikolojik müdahalelerle düzeltilemeyecek bir yaralanma oluşturmanız da mümkün hale gelecektir. Üstelik bunu fiziksel olarak tedavi etmeyi başarsanız bile, altta yatan sorunlar durduğu sürece bir başka rahatsızlıkla tekrar kendini gösterecektir.

Beden de en az zihin kadar bilgedir. Söylediklerine kulak vermek gerekir.

Reklam

İşkolik Olmak Övünülecek Bir Şey Değildir

Ne zaman dalsanız kendinizi işle ilgili bir şeyler düşünürken mi buluyorsunuz? Ben diye başlayan cümleleriniz işinizdeki rolünüzle mi tamamlanıyor? (Ben bir müdürüm. Ben bu hafta bu anlaşmayı imzalayabilmeliyim. Ben orada olmazsam bu işler hayatta yetişmez…) Mütemadiyen çalıyor olmanıza mantıksal sonuçlar bulmak sizin için çok mu kolay? Öyleyse hiç tereddütsüz, siz bir işkoliksiniz!

İşkolik kelimesi her ne kadar zihinlerde çok çalışkan bir insan imajı yaratıyorsa da “çalışkan olmak” ile “işkolik olmak” arasında çok ciddi farklar vardır. Çalışkanlık ancak kişinin niteliklerinden birisi olabilir. İşkoliklik ise bütün niteliklerin yerini alır. Çünkü işkolik insanın hayatında işinin yerine koyup kendini ifade edebileceği hiçbir alan kalmamış demektir. Çalışkan insan işi dışında hemen her alanda bu niteliğinden izler taşır. Evini çekip çevirmek, hobilerini gerçekleştirmek, sosyalleşmek ve iş hayatında kendini gösterebilmek için çalışkanlığından faydalanır. Kendini biriyle tanımlamaz. İşkolik insanın sosyalliği çoğunlukla zorunlu iş yemekleri ya da aile toplantılarıyla sınırlıdır. Bunları da yapılması gereken işler arasında randevu defterine iliştiriyor olmasından anlarsınız zaten. Sosyalleşme fırsatlarında da sürekli işinden bahseder. Zamanla etrafında sosyalleşecek kimse kalmaması belki de bundandır.

İş yaşamından en çok yakınanlar da yine işkoliklerdir. Çünkü artık şimdiye kadar üzerinde durduğum tüm ilişki örüntülerinden, hepimiz biliyoruz ki bağımlılığın olduğu yerde mutlaka öfke de vardır. Bağımlı ve dolayısıyla da öfkeli kişi, etrafındaki kişiler tarafından huzursuz, sinirli, tahammülsüz biri olarak algılanır. Çoğunlukla yorgun, bıkkın, uykusuz olarak ya çalışır ya da çalışmaktan bahsederler.

Bu yorgunluğa çok geçmeden fiziksel sorunlar da eşlik eder: Baş ağrıları, mide krampları, gastrit, ülser, tansiyon, omuz, boyun, sırt ağrıları, bağışıklık sisteminin düşmesi ve sık rahatsızlanmalar…İnsan zarar verdiği çok açık olmasına rağmen neden kendini yalnızca işle tanımlamaya devam eder?

Tüm diğer kendi kendimize zarar verdiğimiz durumlar gibi, insanın yalnızca tek bir işe odaklanıp kendini onunla tanımlaması da zamanın birinde son derece işlevsel olmuş olabilir. Örneğin, ailedeki en başarılı öğrenci olarak, herkesten aferinleri toplamış olabilirsiniz. Yaşadığınız koşullarda aileniz size okula gitmek dışında hiçbir sosyal ortam sağlayamamış ve diğer alanlarda kendinizi tanıma fırsatı bulamamış olabilirsiniz. Çok stresli, çok zorlu koşullarda bir yaşam sürmüş kendinizi bu ortamdan uzaklaştırmanın tek yolu olarak çalışmayı görmüş olabilirsiniz. Maddi değerlerin her şeyin üzerinde tutulduğu ve para kazanmak dışında her şeyin ikinci planda kaldığı bir çevrede yetişmiş olabilirsiniz. Ve bunun gibi daha birçok sebep, siz farkına varmadan sizi “çalışmak için yaşamak” düşüncesine koşullandırmış olabilir.

Değişebilir miyim?

Değişim farkındalıkla başlar. Yani, baş ağrılarınız, eşinizle olan çatışmalarınız, kendinizi sürekli iş düşünürken yakalamanız size bir şeylerin ters gittiğini sezdirir. Ardından bunun kendinizi işten başka hiçbir şeyle tanımlamıyor olmanızla ilişkili olduğunun farkına varırsınız. Ve işte tam da bu noktada, hayatınızda artık eskisi kadar işlevsel olmayan, size para ve prestij getiriyor olmasına rağmen, yaşamınızdan çok şey götürüyor olan işkolik tutumda değişim yaratmaya başlayabilirsiniz.

Değişime başlarken önce insanın kendi zeminini geliştirmesi gerekir. Yani iş dışındaki başka ortamlarda da neler yapabildiğini, kendisinde çalışmak dışında başka hangi yeteneklerin olduğunu görebilmesi, kendini o alanlarda da onaylayabilmesi önemlidir. Hayatınızda bir şeyi eksiltirken yerine yeni bir şey koymazsanız çok geçmeden yine bildik sistem kendi kendini dolduracaktır. O yüzden, yeni şeyler öğrenmeyi, benliğinizin farklı taraflarını keşfe çıkmayı, farklı başarılarınızdan tat almayı öğrenmeniz gerek.

Yıllardır işkolik olan bir kişi için değişim elbette ki çok hızlı olmayacaktır. Kendinize sınır koymayı öğrenmek, yeni deneyimlerinizde kendinizi zaman zaman çok da başarılı hissetmemek sizi hemen eski alışkanlıklara geri dönmeye zorlayabilir. Yıllar içerisinde oturmuş bir sistem, birkaç günde kendiliğinden yepyeni ve çok farklı olmayacaktır. Ama kendinize izin verir ve yalnızca çalışıyor olmanın sizden götürdüklerini sık sık hatırlatırsanız, çok geçmeden etrafınızdakilerin sizinle daha mutlu zaman geçirmeye başladıklarını fark edeceksiniz.