Muhteşem bir eğitimin ardından…

GörselNisan ayı benim için çok önemliydi. Yıllardır katılabilmek için fırsat kolladığım “A Gestalt Approach to Working with Children and Adolescents” (Çocuk ve Ergenlerle Gestalt Yaklaşımı ile Çalışmak) eğitimine kabul edildim. Yakın arkadaşım ve sevgili meslektaşım Uzm. Psk. Pınar Haksal ile düştük yollara.

Eğitim İngiltere’deydi. Gestalt terapi eğitimlerinin yoğunluklu olarak Amerika’da verildiğini gözönünde bulundurursak İngiltere, Türkiye’de gestalt terapi ile çalışan psikoterapistler için oldukça yakın bir ülke. Fakat merkezdekiler, bizim bu yolları kat edip gelmiş olmamızla ilgili şaşkınlıklarını gizleyemediler. Zira, her türlü eğitim onların elinin altında. Ülkelerinde çok sayıda gestalt terapi merkezleri var. Türkiye’de çocuk ve ergen psikoterapistlerinin gerçekten uluslararası etik standartlar gözetilerek, iyi bir terapi eğitimi alabilmelerinin ne kadar zor olduğundan haberleri yok.

Eğitimci Jon Blend’di. Jon Blend’in eğitimine katılmak istememin esas sebebi, kendisinin bu becerileri bizzat kaynağından, Violet Oaklander’dan öğrenmiş olması. Violet Oaklander, çocuklarla gestalt terapi çalışmalarına yeni başladığım dönemde kitapları ile beni alana bağlamış olan isimdir. Çok çok önemli iki kitabı var: Windows to Our Children ve Hidden Treasure.

İşte Jon Blend’in eğitimi, kitapların öğretilerini bizzat deneyimleme imkanı yaratan muhteşem bir buluşmaydı. Bir çocuk psikoterapistinin hedefi; çocukların terapi odasına gelmeden çok çok önce başlayan yaşantılarını, onlara en sağlıklı şekilde eşlik ederek ele almak, aileyi bu süreçte destekleyebilmek, çocuğun daha fazla temas kurarak, duygularının farkına vararak, onları en sağlıklı yolla dışarı vurarak, kendi sınırlarını koruyup başkalarınınkine saygı duyarak daha mutlu yaşamasına yardım edebilmektir. Bu yardımı verebilmenin en zengin teknikleri olan:

  • Çizim ve resim çalışmaları
  • Çamur oyunları
  • Rol alma
  • Kum tepsisinin kullanımı
  • Bedenin ifadesi
  • Müzikle duyguların ortaya konulması
  • Kutu oyunları
  • Hikayeler ve şiirlerin kullanımı

tek tek birebir uygulamalarla bu eğitimde ele alındı. Bunca yıldır okuduklarımı deneyimlemiş olmanın ve en doğru kullanım biçimlerini öğrenmenin bana verdiği mutluluğu anlatmam mümkün değil. Eğitim benim için uzun bir farkındalık yolculuğunun yeni bir başlangıcı oldu.

Umarım en kısa zamanda, Jon Blend’i ülkemize davet ederek, diğer meslektaşlarım da bu yaşantıları deneyimlemesi için fırsatlar yaratabiliriz.

Reklam

Değişmek İsteyen De Kim?

Herkes değişimin ne kadar zor olduğundan bahsedip duruyor: İş değiştirmek, eş değiştirmek, ev değiştirmek, arkadaş ortamını değiştirmek… Hepsi çok zor geliyor.

En başta karşımızdakini değiştirmek istiyoruz. Öfkeli eşi, cimri patronu, mızmızlanan çocuğu, her şeyden yakınan arkadaşımızı bir yolunu bulsak da değiştirsek diye yapmadığımız kalmıyor.

Madalyonun öte yanında da bizi değiştirmek isteyenler var: Daha az sigara içsen, daha bakımlı olsan, biraz daha kilo versen, beş cm. uzun olsan seninle daha uzun bir ilişkimiz olabilirdi diyen sevgililer, daha düzenli olsan, daha erken kalksan, daha çok çalışsan diyen anneler… Ve daha birçokları…

Değişmek ve değiştirmek istemek konusunda kafalar çok karışık. Çünkü bir yanımız sahip olduğumuz her şeyin, kimliğimizi oluşturduğunu ve bizi biz yaptığını düşünüyoruz. Öte yanımız bu halimizden memnun değil. Değişirsek acaba başka biri mi oluruz? Ne derler arkamızdan? Hayatına bu kadın/adam girdiğinden beri kendini mi kaybetti diye düşünürler acaba?

Değişimin önünde hepimizin zihinlerini bağlayan, korkutan, vazgeçiren kocaman duvarlar var. Duvarın arkasında ne olduğunu bilmiyoruz. Yeni davranışımızın, yeni işimizin, yeni eşimizin nasıl olacağını, alışıp alışamayacağımızı bilmiyoruz. Bilinmeyen her şey karanlık geliyor, korkutuyor. Alıştığımız, bildiğimiz kalıplar işimize yaramasa ve mutsuz etse bile güvenli geliyor.

Aslına bakılırsa değişim var olanı kabul etmek ve olmadığın şey olmaya çalışmaktan vazgeçtiğin zaman bir paradoks gibi ortaya çıkıveriyor. Kendimizi olduğumuz gibi kabul ettiğimizde, önce onu sevebiliyor sonra da daha kolay yatırım yapabilir hale geliyoruz. İnsanın memnun olmadığı bir “ben”le yaşaması ve onun için bir şeyler yapabilmesi ne yazık ki mümkün değil.

Kendimizi olduğumuz halimizle kabul etmek, beğendiğimiz ve beğenmediğimiz her yönümüze karşı savunmaları indirmek de elbette uzun bir süreç. Ve bunu başarmış olmak aslında başlı başına büyük bir değişim. Çünkü hayatımızın ilk anlarından itibaren, etrafımızdakiler ihtiyaçlarımızı karşılasın, bizi sevsin, onaylasın diye onların istediği insan gibi görünebilme çabasındayız. Bugünkü halimizin olduğumuz değil olmasını istediğimiz insan olduğunu fark ettiğimizde, gerçek “ben”i arama ve onu kabul edip bağrına basma süreci başlıyor. Olmaya çalıştığımız kişiye harcadığımız enerjiyi gerçek “ben” e aktarabilir hale geliyoruz.

Bu haliyle her şey anlaşılması güç ve karmaşık görünüyor olabilir. Ancak başkalarına ve onların bizimle ilgili algılarına odaklanmanın değiştirmek istediğimiz birçok özelliğimizin olduğu gibi kalmasına neden olduğunu bilmekle başlayabilirsiniz. Ardından var olan “ben”e ayırıp onu yapılandıracak daha çok gücünüz olacak.

Sizin Sorununuz Psikolojik

İnsanın doktora gidip de duymayı istediği son şeydir “ağrılarının psikolojik” olması. Sevinsen mi üzülsen mi bilemezsin.

“Ağrılarınız psikolojik” lafı ile verilen mesaj karşı taraftan şöyle okunur:

· Hiçbir şeyim yokmuş.
· Bunları ben kendim uyduruyormuşum.
· Bir şeyleri kafama takmazsam geçermiş.

Bu mesajı alan kişi ya doktor doktor gezmeye devem eder ya da” benim ağrılarımın sebebi sizsiniz” diyerek onu üzdüğünü düşündüğü herkese isyan eder.

Bu yanlış algı, insanın beden ve ruhunu tamamıyla birbirinden ayrı görüyor olmasından kaynaklanır. Psikoloji ve fizyoloji birbirinden bağımsız değildir. Mutsuz olduğunuzda, canınız bir şeylere sıkıldığında, stres altında kaldığınızdaki hormonal dengeniz, mutlu ve hayatın yolunda gittiği zamanlarınkiyle aynı olmaz.

Yaşamınızda hazmedemediğiniz birçok olay başınıza gelirken mide krampları geçiriyor olmanız, yaşama tutunmakta zorlandığınız dönemlerde ellerinizin uyuşmaya başlaması, çok şey ürettiğinizi ama bunları ortaya koyamadığınızı düşündüğünüz dönemlerde polikistik over tanısını doktorunuzdan duymuş olmanız tesadüf değildir. Yani;

· Ortada gerçek bir sorun var.
· Bunları siz kendiniz uydurmuyorsunuz; ama durumu kontrol edemiyorsunuz.
· Hayatta hiçbir şeyi kafanıza takmasanız bile geçmez. Çünkü aslında bunun neyle ilişkili olduğunu bulmanız ve amaca yönelik değişimler yaratabilmeniz gerekir.

Duygu, düşünce, beden ve bunların doğurduğu sezgiler bir bütündür. İnsanın kendini bunlardan yalnızca birinde konumlandırması, diğerlerinden gelen mesajları alamaması hayatı zorlaştırır. Önce yalnızca iş yerinize ayaklarınızın geri geri gittiğini hissedersiniz. Eğer bu mesajı alıp burada benim canımı sıkan şey ne, neden zorlanıyorum diye düşünmez ve gerekli değişimleri yapmazsanız kendinizi hemen her yerde işle ilgili konuları düşünürken yakalarsınız. Eğer bu da sizin için bir mesaj olmazsa çok geçmeden migren ağrıları başlayarak, sizi rapor alıp işe gidemez hale getirecektir, hiç şüpheniz olmasın.

Bu bağlantıları kurabilmek elbette çok kolay değil. Bu yüzden öncelikle yaşamınızda başınıza gelen şeyleri bir bütün, aynı sistemin benzer parçaları olarak ele almakla başlamak gerekiyor. Ağrı ve sızıların ne zaman başladığı, tam da aynı dönemlerde hayatınızda neler olup bittiğini incelemek bir sonraki adım. Ve sonra da bu ağrıları en yoğun hissettiğiniz yerlerin işlevine odaklanmak gerek.

Doktorunuzun size bugün sorununuzun psikolojik olduğunu söylemesini eğer bir sorunum yok olarak duyuyorsanız ve beden-psikoloji ilişkisine odaklanmıyorsanız, bir süre sonra o bedende psikolojik müdahalelerle düzeltilemeyecek bir yaralanma oluşturmanız da mümkün hale gelecektir. Üstelik bunu fiziksel olarak tedavi etmeyi başarsanız bile, altta yatan sorunlar durduğu sürece bir başka rahatsızlıkla tekrar kendini gösterecektir.

Beden de en az zihin kadar bilgedir. Söylediklerine kulak vermek gerekir.